28 Ağustos 2013 Çarşamba
Ben ne zaman
İlk durakta inmek istiyor bazen insan..
Hayatımıza giren çıkan insanlar tren garlarını hatırlatıyor bana, bir duraktan başka bir durağa gitmek gibi.. Tanışıyorsun, paylaşıyorsun, alışıyorsun, özlüyorsun ve sonra ya hayatına kitleyip yüzleri seviyor ya da ilk durakta hoşça kal diyorsun..
Adını "hayat" koyduğumuz yolculuğumuzda kaç insanı alıyoruz yanımıza ya da kimlere veda ediyoruz bilemiyorum.. Bildiğim şu ki her yolculuk, yeni bir başlangıca gebe..
Kimilerine işkence olan otobüs yolculuklarını sevmem bu yüzden olsa gerek.. Cam kenarı olmasın ama koltuğum, sıkılırım ben, hem koridor kısmında yeni arkadaşlıklar edinirsin, gece boyunca yolu gözetlersin, oysa cam kenarında sadece uyursun, başını yasladığın pencerede kaç kişinin parmak izi vardır kimbilir, kaç kişi üzgün ya da mutluluk gözyaşlarını akıtmıştır değil mi...
Nerden nereye... Şarkı dinlemeyi yasaklamam mı gerekiyor kendime bilmiyorum..Ne düşüncelere dalıp gittim yine. Blogun adını neden "ben nezaman " diye adlandırdığımı kendim bile bilemezken biraz önce ne tesadüf bir şiire rastladım. Ben nezaman diye başlıyordu şiir, bir yerde kesişiyor işte duygular, düşünceler..İzninizle birkaç satırı paylaşmak istiyorum;
( Şiir yine Murathan Mungan'dan.... )
Ben ne zaman yalnız kaldım, bilmiyorum
Ne tuhaf, vaktim olmazdı
yalnızlığı bunca bilirken
kendimi hiç yalnız sanmazdım
çevremde hep birileri vardı,
ben hep birilerinin yanındaydım
günler belirsiz bir gelecek için neredeyse kendiliğinden hazırlanırdı
aramızda habersiz gidip gelen gündelik armağanlarla
kendi kendini taşıyan bir ırmağın akıntısında hayat
bizi kendi sahillerimize ulaştırırdı
bazı evlerden taşınırdık, bazı insanlar girip çıkardı hayatımıza
bazı mektuplar alırdık, bazı sözler, çiçek selamları
sonraları bazı tanıdıklarımızın ölümleriyle de karşılaştık
elde olmayan nedenle
sudaki halkalar gibi genişleyen
küçük alınganlıklardan büyük dargınlıklara
vazgeçişler, unutuşlar, kayıplar
birbirimizi çok sevdik hep
yıllarla azala azala
23 Ağustos 2013 Cuma
Fırtına
Ne geçmiş tükendi ne yarınlar
Hayat yeniler bizleri Geçse de yolumuz bozkırlardan
Denizlere çıkar sokaklar...
Der ya şiirinde Murathan Mungan...Ve ona can verir ya Yeni Türkü... Ne zaman boğulacak gibi olsam yetişir imdadıma..Üzülme der sanki bana, şükür herşey yolunda bak...Yaslan hadi omzuma da ağla usul usul...Kimse görmeyecek gözyaşlarını...Neden utanır insan ağlamaktan..Gülmek kadar doğal değil midir oysa...Öyle yetiştik, yetiştirildik sanırım bilemiyorum.
Erkeksen eğer "erkekler ağlamaz" , yok kız isen de "ağlama öyle bakim sümüklü derler sonra"...
Kimimiz aştı kendini, kimi de içine akıttığı yaşlarında boğuldu gitti.Kendinin farkında olmak bazen ağır geliyor be insana...
Ben çalan "fırtına" da yenilenmeye çalışırken oğlum "Şirinler" izlemekte...Ben hangi şirin olurdum düşünmeden edemiyorum bazen...
Sevgiyle kalın... :)
16 Ağustos 2013 Cuma
Kız bizim Oğlan bizim :)
Malum düğün sezonu açıldı, hafta içi hafta sonu park ve düğün salonları misafirlerini
ağırlamakta.Herşey iyi hoş da her konuda diğer ülkeleri pek bir güzel örnek alırız, eğitim,
sağlık, yollar, binalar derken pek bir güzel taklit ederiz de, bir bu düğünleri değiştiremedik.
Evimizin karşısında park var, bu akşam da kına gecesi var, bir türlü anlayamadığım türden bir
eğlence modeli..Herkes süslenmiş, saçlar bol lüleli, gözler olabildiğince mavi ve mor
boyalı..Orkestra dakika başı "maaşallah" naraları artıyor.Arada bir "hayda kollar havaya" diyor
ve herkes otomatikmen kolları havaya kaldırıyor. Ortamda anlamıyorsun da komikliği böyle
dışarıdan izledin mi al sana bol kahkaha... Ha bir de şöyle bir durum var, bir güzel oynuyor
herkes, herşey güzel, herkes mutlu..Derken kesiliyor müzik, göğüs dekolteli abiye kıyafetli gelin
bir anda köylü ayşe modunda bindallı ile sahnede, fonda kendini ağlamak zorunda hissettiğin
"annemin yelkeni olsa da gelse, babamın atı olsa da binse de gelse" müziği...
Eee biz Egeliyiz, gece sonunda harmandalı olmazsa olmazımız...
Hani biz değiştirmiştik herşeyi, hani biz gelişiyorduk... Farklı birşeyler olmalı, en azından
ben öyle düşünüyorum..
Güzel bir haftasonu olması dileğiyle,sevgiyle :)
ağırlamakta.Herşey iyi hoş da her konuda diğer ülkeleri pek bir güzel örnek alırız, eğitim,
sağlık, yollar, binalar derken pek bir güzel taklit ederiz de, bir bu düğünleri değiştiremedik.
Evimizin karşısında park var, bu akşam da kına gecesi var, bir türlü anlayamadığım türden bir
eğlence modeli..Herkes süslenmiş, saçlar bol lüleli, gözler olabildiğince mavi ve mor
boyalı..Orkestra dakika başı "maaşallah" naraları artıyor.Arada bir "hayda kollar havaya" diyor
ve herkes otomatikmen kolları havaya kaldırıyor. Ortamda anlamıyorsun da komikliği böyle
dışarıdan izledin mi al sana bol kahkaha... Ha bir de şöyle bir durum var, bir güzel oynuyor
herkes, herşey güzel, herkes mutlu..Derken kesiliyor müzik, göğüs dekolteli abiye kıyafetli gelin
bir anda köylü ayşe modunda bindallı ile sahnede, fonda kendini ağlamak zorunda hissettiğin
"annemin yelkeni olsa da gelse, babamın atı olsa da binse de gelse" müziği...
Eee biz Egeliyiz, gece sonunda harmandalı olmazsa olmazımız...
Hani biz değiştirmiştik herşeyi, hani biz gelişiyorduk... Farklı birşeyler olmalı, en azından
ben öyle düşünüyorum..
Güzel bir haftasonu olması dileğiyle,sevgiyle :)
15 Ağustos 2013 Perşembe
bir havam var ki :)
Dün işten çıktım, eve yürüyorum...Bir hava var ki bende sormayın, gören de yeni bir şey icat
etmişim ya da nebileyim 6'lı falan tutturdum sanacak. Hani oldu da biri sorsa nedir bu havan dese;
diyeceğim ki;
- Artık blog yazıyorum ben!
- Eeeee...
Diyeceği bu kadar eminim,Ya da o da nedir diyecek?
- E işte blog yazıyorum, yeni arkadaşlıklar edinirsin hani, yemek tarifleri alırsın, gelişir, geliştirirsin,
hayata dair istediğin şeyleri alabilirsin....
Hele böyle ananem falan sorsa, alacağım yanıtı da biliyorum;
- Ben sana kimselere güvenme demedim mi, her türlü kötülük internetten bulaşır demedim mi, bak bi
de oğlun var tam tamına 9 yaşında, o da öğrense neler yaptığını,vs....
İnsan kendini bir anda aranan suçlu, kötü işlere bulaşmış kaçak hisseder, biliyorum.
Neme lazım, ben kimselere anlatmadan bu durumu yürüdüm eve doğru.Tamam biliyorum başım göğe
ermedi böyle yazmaya başlayınca, ya da maaşıma zam da yapılmadı.Ama bildiğim bir şey var ki biz
kadınların konuşması, anlatması, günlük hakkımız olan 24000 kelimeyi tüketmemiz lazım, aksi takdir
de söze dökülmeyen kelimeler bonus olarak geri dönüyor.
Benden bu günlük bu kadar, sevgiyle kalın:)
etmişim ya da nebileyim 6'lı falan tutturdum sanacak. Hani oldu da biri sorsa nedir bu havan dese;
diyeceğim ki;
- Artık blog yazıyorum ben!
- Eeeee...
Diyeceği bu kadar eminim,Ya da o da nedir diyecek?
- E işte blog yazıyorum, yeni arkadaşlıklar edinirsin hani, yemek tarifleri alırsın, gelişir, geliştirirsin,
hayata dair istediğin şeyleri alabilirsin....
Hele böyle ananem falan sorsa, alacağım yanıtı da biliyorum;
- Ben sana kimselere güvenme demedim mi, her türlü kötülük internetten bulaşır demedim mi, bak bi
de oğlun var tam tamına 9 yaşında, o da öğrense neler yaptığını,vs....
İnsan kendini bir anda aranan suçlu, kötü işlere bulaşmış kaçak hisseder, biliyorum.
Neme lazım, ben kimselere anlatmadan bu durumu yürüdüm eve doğru.Tamam biliyorum başım göğe
ermedi böyle yazmaya başlayınca, ya da maaşıma zam da yapılmadı.Ama bildiğim bir şey var ki biz
kadınların konuşması, anlatması, günlük hakkımız olan 24000 kelimeyi tüketmemiz lazım, aksi takdir
de söze dökülmeyen kelimeler bonus olarak geri dönüyor.
Benden bu günlük bu kadar, sevgiyle kalın:)
14 Ağustos 2013 Çarşamba
Serzeniş
Sizi bilmem ama ben çevresindeki insanlara kendinden de fazla değer veren biriyim.İşte bu yüzden olsa gerek en büyük zararı da hep en yakınımdaki insanlardan görürüm.Bilirler en zayıf yanlarımı,neyi sevip nelerden hoşlanmadığımı.Onların beni keşfetmesini beklemeden ne var ne yok herşeyimi anlattığım için ne üzmekten çekinirler ne de incitmekten.
Oysa bir insanı ne kadar çok tanırsanız tanıyın, bilmediğiniz yanları mutlaka vardır değil mi?Sözüm ağzımda, yüreğim elimde olduğu için, ne yazık ki ben, ordan oraya savrulurum bazen duygularımın dehlizlerinde...
Kolaydır kırmak, gitmek de öyle...Ama kırılıp da eskisi olan birşey gördünüz mü hayatta?Kırıldım ben, sanırım bu yüzden bugün uzun uzun dalıp gitmelerim..
Candan Ünal bir yazısında aslında öyle güzel özetlemiş ki bugün hissettiklerimi, kimseye hakettiği değerden fazla değer vermemek gerektiğini bilsem de bu "ben" dinlemiyor, nafile...
Oysa bir insanı ne kadar çok tanırsanız tanıyın, bilmediğiniz yanları mutlaka vardır değil mi?Sözüm ağzımda, yüreğim elimde olduğu için, ne yazık ki ben, ordan oraya savrulurum bazen duygularımın dehlizlerinde...
Kolaydır kırmak, gitmek de öyle...Ama kırılıp da eskisi olan birşey gördünüz mü hayatta?Kırıldım ben, sanırım bu yüzden bugün uzun uzun dalıp gitmelerim..
Candan Ünal bir yazısında aslında öyle güzel özetlemiş ki bugün hissettiklerimi, kimseye hakettiği değerden fazla değer vermemek gerektiğini bilsem de bu "ben" dinlemiyor, nafile...
Aşklardan, ilişkilerden,
insanlardan daha büyük bir karmaşası var aklın, kendisi! Neresinden bakarsan
bak kendine hükmedemiyor insan, yoksa bu ego neyin ve kimin simgesi?
En çok kendimden kurtulmak
istediğim gece yarılarında, nereye ve ne kadar uzağa gidebileceğimi düşünürken,
düşüncemin dolaştığı bedenden bile bir adım uzaklaşamadığımı fark ettim ve o
zaman daha büyük bir kaçış arzusu sardı ruhumu.
Sonra ruhumla zekam arasındaki,
ruhumla bedenim arasındaki, bedenimle zekam arasındaki sınırlı o dengeyi
düşündüm. Hepsi birer halkaydı ve zincir dediğin de sonsuza kadar uzayıp
gidiyordu.
Aşkın neden var olduğuna,
bizlerin enden aşık olduğuna, aşık olunca neden başka biri gibi olduğumuza
yordum aklımı, aklım yoruldukça kapandı gözlerim, bir ağırlık çöktü bedenime ve
o an anladım ki; bu bir kaçıştı kendimden ve işin tuhafı kaçtığım yer en
dipteki ben!
O yüzden biz olmadığımızı
anlamamız gerekmez mi? O yüzden aslında her şeyden daha aşağıda ve daha az
olduğumuzu görmemiz gerekmez mi?
Her kim olduğumuzu sanıyorsak, o
değiliz ve aslında birbirimizden de farklı değiliz. Öyle ya; aramızda ölmeyecek
olan var mı? Nefes almadan yaşayabilecek olan var mı? Yani hepimiz aynı
bedensel ve yaşamsal özelliklere sahibiz. Paramızın az veya çok olması,
görüşlerimizin farklı olması ve görünüşlerimizin değişik olması dışında, ne
ayırıyor bizi? Temelde hepimiz aynı yolun yolcusu değil miyiz?
O zaman ne gereğinden fazla
severek yüceltmeli insan karşısındakini, ne kendini o yükseklikte bir yere
koymalı çünkü ayrımlar, ayrılıklar ve üstünlükler sadece bu dünya üstünde
değerli. Toprağın altında sen de ben kadarsın, ederimiz de belli!
13 Ağustos 2013 Salı
Yalnız Bir Opera
Bir yarış halinde olduğumuz yaşam kavgasında birçok güzelliğin farkına varamadığımızı düşünüyorum bazen..İş, okul, stres, maddi kaygılar derken bugünü yaşamıyor, ya dünde takılıp kalıyoruz ya da yarına hazır olmadan bugünü düşünüyoruz..30'lu yaşlara gelmiş biri olarak koca bir gerçekle yüzleşiyorum: Ben istediğim, mutlu olduğum mesleği yapmıyorum..
Bazen diyorum ki; keşke şiir yazmak gibi bir kabiliyetim olsaydı mesela..Kitaplarım satsaydı yüzlerce..Dörtlük falan sevmem ben, devrik cümlelerle kursaydım dizelerimi...Neler değişirdi bilmiyorum ama en sevdiğim şiirlerden birini okudum biraz önce: Murathan Mungan ve Yalnız Bir Opera.... Duyguları acıtsa da okurken, sonu umutla biten harika bir şiir...
Yalnız Bir Opera
Bu şiire başladığımda nerde, Şimdi nerdeyim? Yaram vardı, bir de sözcükler.. Sonra vaat edilmiş topraklar gibi.. Sayfalar ve günler.. Işık istiyordu yalnızlığım.. Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum.. İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde.. Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden. Karardı dizeler. Aşk...Bitti. Soldu şiir. Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden.. Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım.. Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde.. Ask yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım. Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim.. Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu.. El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk.. Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır: Eksiliyorduk.. Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim.. Her otelde biraz eksilip, biraz artarak.. Yani çoğalarak.. Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin.. Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında.. Ağır ve acı tanıklıklardan.. Geçerek geldim. Terli ve kirliydim. Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum.. Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu.. Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de... Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları.. Ve açık hayatları seviyordu. Buraya gelirken.. Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim.. Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri.. Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi.. Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri... panayır yerleri... Ölü kelebekler... Ölü kelebekler... Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim. Adım onların adının yanına yazılmasın diye.. Acı çekecek yerlerimi yok etmeden.. Acıyla baş etmeyi öğrendim. Yoksa bu kadar konuşabilir miydim? İpek yollarında kuzey yıldızı.. Aşkın kuzey yıldızı.. Sanırsın durduğun yerde.. Ya da yol üstündedir.. Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar.. Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar.. Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı. Aşkın bir yolu vardır.. Her yaşta başka türlü geçilen.. Aşkın bir yolu vardır.. Her yaşta biraz gecikilen.. Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler.. Gözlerim.. Aşkın kuzey yıldızıdır bu.. Yazları daha iyi görülen.. Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler.. İlerlerim.. Zamanla anlarsın bu bir yanılsama.. Ölü şairlerin imgelerinden kalma.. Sen de değilsin. O da değil.. Kuzey yıldızı daha uzakta.. Yeniden yollara düşerler.. Düşerim.. Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda.. Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında.. Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler.. Yaşamsa yerli yerinde.. Yerli yerinde her şey.. Şimdi her şey doludizgin ve çoğul.. Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi.. Şimdi her şey yeniden.. Yüreğim, o eski aşk kalesi.. Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden.. Dönüp ardıma bakıyorum.. Yoksun sen.. Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.
Bazen diyorum ki; keşke şiir yazmak gibi bir kabiliyetim olsaydı mesela..Kitaplarım satsaydı yüzlerce..Dörtlük falan sevmem ben, devrik cümlelerle kursaydım dizelerimi...Neler değişirdi bilmiyorum ama en sevdiğim şiirlerden birini okudum biraz önce: Murathan Mungan ve Yalnız Bir Opera.... Duyguları acıtsa da okurken, sonu umutla biten harika bir şiir...
Yalnız Bir Opera
Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda.. Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim.. Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim.. Ben sende bütün aşklarımı temize çektim.. İmrendiğin, öfkelendiğin.. Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim.. Yani yaşamışlık sandığın.. Geçmişim.. Dile dökülmeyenin tenhalığında.. Kaçırılan bakışlarda.. Gündeliğin başıboş ayrıntılarında.. Zaman zaman geri tepip duruyordu.. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.. Bense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim. Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp, günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren, Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin. Ve hala bilmiyordun sevgilim.. Ben sende bütün aşklarımı temize çektim.. Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana.. Bütün kazananlar gibi.. Terk ettin. Yaz başıydı gittiğinde, ardından.. Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.. Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.. Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.. Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.. Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından.. Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine.. Çerçevesine sığmayan.. Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine.. Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.. Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe.. Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi.. Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük.. Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma. Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? 'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda. Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını.. Takvim tutmazlığını.. Aramızda bir düşman gibi duran zamanı.. Daha o gün anlamalıydım.. Benim sana erken.. Senin bana geç kaldığını.
Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.. Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı. Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk. Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık. Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize. Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana. Şimdi biz neyiz biliyor musun? Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. Birbirine uzanamayan.. Boşlukta iki yalnız yıldız gibi.. Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz.. Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca.. Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız.. Ne kalacak bizden? Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim.. Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında.. Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden.. Bizden diyorum, ikimizden.. Ne kalacak? Şimdi biz neyiz biliyor musun? Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada.. Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi.. Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek.. Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.
Kış başlıyor sevgilim.. Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor.. Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan.. Oysa yapacak ne çok şey vardı.. Ve ne kadar az zaman.. Kış başlıyor sevgilim.. İyi bak kendine.. Gözlerindeki usul şefkati.. Teslim etme kimseye, hiçbir şeye.. Upuzun bir kış başlıyor sevgilim.. Ayrılığımızın kışı başlıyor.. Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime. Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak.... Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır.. Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır.. İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun.. Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar.. Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz.. Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar, Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar.. Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, Çağrışımlarla ödeşemezsiniz..
Dışarda hayat düşmandır size.. İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz.. Bir ayrılığın ilk günleridir daha.. Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta.. Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup.. Kulak verdiğiniz saat tiktakları.. Kaplar tekin olmayan göğümüzü.. Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç.. Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz.. Bakınıp dururken duvarlara.. Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek, Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında.. Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi.. Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi.. Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına, Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya.. Kendimizi hazırlar gibi. Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi.. Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken, Ve kazanmış görünürken derinliğimizi.. Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde.. Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar.. O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi.. Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar.. Göremeseniz de, bilirsiniz.. Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar. Bana zamandan söz ediyorlar.. Gelip size zamandan söz ederler..Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.Dahası onalar da bilirler.Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.Zaman alır.Zaman alır sizden bunların yükünü..O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe çöker.Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.O boşluk doldu sanırsınız.. Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.
Gün gelir bir gün.. Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide.. O eski ağrı.. Ansızın geri teper. Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten bitmissinizdir. Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi.. kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır. Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık.. Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan.. Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır.. Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla.. Günlerin dökümünü yap.. Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini.. Kim bilebilir ikimizden başka? Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış.. Bir ilişkiyi, duyguların birliğini, Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği.. Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün.. Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya.. Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor.. Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla.. Bunlar da bir işe yaramadıysa.. Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda. Bu şiire başladığımda nerde, Şimdi nerdeyim? Solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden.. İkindi yağmurlarını bekleyen.. Yaz sonu hüzünlerinden.. Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim.. Geçti her cağın bitki örtüsünden.. Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından.. Bakarken dünyaya.. Yangınlarla bayındır kentler gibiyim: Çicek adlarını ezberlemekten geldim.. Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların.. Unuttuklarını hatırlamaktan.. Uzun uzak yolları tarif etmekten.. Haydutluktan ve melankoliden.. Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden.. Duyarlığın gece mekteplerinden geldim.. Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti.. Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları.. Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
Bu şiire başladığımda nerde, Şimdi nerdeyim? Yaram vardı, bir de sözcükler.. Sonra vaat edilmiş topraklar gibi.. Sayfalar ve günler.. Işık istiyordu yalnızlığım.. Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum.. İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde.. Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden. Karardı dizeler. Aşk...Bitti. Soldu şiir. Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden.. Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım.. Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde.. Ask yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım. Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim.. Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu.. El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk.. Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır: Eksiliyorduk.. Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim.. Her otelde biraz eksilip, biraz artarak.. Yani çoğalarak.. Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin.. Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında.. Ağır ve acı tanıklıklardan.. Geçerek geldim. Terli ve kirliydim. Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum.. Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu.. Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de... Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları.. Ve açık hayatları seviyordu. Buraya gelirken.. Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim.. Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri.. Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi.. Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri... panayır yerleri... Ölü kelebekler... Ölü kelebekler... Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim. Adım onların adının yanına yazılmasın diye.. Acı çekecek yerlerimi yok etmeden.. Acıyla baş etmeyi öğrendim. Yoksa bu kadar konuşabilir miydim? İpek yollarında kuzey yıldızı.. Aşkın kuzey yıldızı.. Sanırsın durduğun yerde.. Ya da yol üstündedir.. Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar.. Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar.. Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı. Aşkın bir yolu vardır.. Her yaşta başka türlü geçilen.. Aşkın bir yolu vardır.. Her yaşta biraz gecikilen.. Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler.. Gözlerim.. Aşkın kuzey yıldızıdır bu.. Yazları daha iyi görülen.. Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler.. İlerlerim.. Zamanla anlarsın bu bir yanılsama.. Ölü şairlerin imgelerinden kalma.. Sen de değilsin. O da değil.. Kuzey yıldızı daha uzakta.. Yeniden yollara düşerler.. Düşerim.. Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda.. Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında.. Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler.. Yaşamsa yerli yerinde.. Yerli yerinde her şey.. Şimdi her şey doludizgin ve çoğul.. Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi.. Şimdi her şey yeniden.. Yüreğim, o eski aşk kalesi.. Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden.. Dönüp ardıma bakıyorum.. Yoksun sen.. Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.
12 Ağustos 2013 Pazartesi
Başka Türlü Bir Şey
Başka Türlü Bir şey ....
başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava...
nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka...
bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgârda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava...
nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka...
bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgârda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince
Ölümünün yıldönümünde sevgi ve saygıyla anıyorum Can Yücel'i... Yazdığın her cümle lime lime dokunuyor inan...Ve Yeni Türkü...Şiirlere can verdiğin için zevkle dinliyorum seni...
11 Ağustos 2013 Pazar
Ben ne zaman ...
İşte o vakit demlenirim bu şarkıyla...
Sevgiyle...
6 Ağustos 2013 Salı
Bana zoru anlatma sen...
Bana zoru anlatma.
O benim hayat felsefem.
Hiçbir şey kolay olmadı hayatımda, Hiçbir şeyi kolay kazanmadım..Mutluluklarım, sevgilerim en büyük acılardan doğmuştur.İşte bu yüzdendir ki;
Bana zoru anlatma sen...
Büyük kahkahaların sessiz çığlıklara gebe olduğunu bilirim ben..İnsanların gülen yüzlerinin altında sakladıkları maskeleri ilk görüşte anlamam bu yüzdendir.Her nedense ilk karşılaşmamızda uzun uzun kendilerini anlatmayı bir hak bilirler.Onların hiç dinleyeni olmamıştır yaşadıkları zaman içinde..Sen onlara ışığını verdiğin an bir nimet haline gelirsin..Sen sadece dinlersin...
Sen hep güçlüsündür, nasılsa başaramayacağın bir iş, kazanamayacağın zafer yoktur..Bütün yolları aşabilecek kudret mevcuttur sende..Oysa bilmezler ki en büyük zaferlerin cebinde sakladığın yalnız mutluluklarındır.
Alıştım artık..En kötüsü de bu biliyor musun,
İşte bu yüzden sen zoru anlatma bana, ben alıştım her nasılsa...
5 Ağustos 2013 Pazartesi
Aynen böyleyim...
Pucca ' nın dediği gibi ;
Ertesi günü olan iş günü yüzünden değerimizi bilemedik..
Geç uyandık, gün bitti..
Erken uyandık hep bi telaş, bıkkınlık..
Nasılsa bitecek bir gün hali....
Aynen böyleyim....
Ertesi günü olan iş günü yüzünden değerimizi bilemedik..
Geç uyandık, gün bitti..
Erken uyandık hep bi telaş, bıkkınlık..
Nasılsa bitecek bir gün hali....
Aynen böyleyim....
1 Ağustos 2013 Perşembe
NAR AĞACI
Sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim
Sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim
Ben böyle çağırmasam sen öyle gelmezdin
Diyor Nazan Bekiroğlu son kitabı "Nar Ağacı" nda....
Daha çok hikaye, daha çok kahraman, daha çok roman tadında...
Bakmaya kıyamadığı, aşkından kavrulduğu insanın ihanetiyle kendini vatanından sürgün bırakan Setterhan...
Su gibi duru ve bir o kadar da narin Zehra...
İkiırmağın kavuşmasını bekler gibi, ikisinin birbirini bulmasını bekledim bütün bir kitap boyunca.
Her yerde savaş, göç, sabır ve aşk...
İnsan birbirlerini nihayet buldular diye ağlar mı kitabı okurken..Uzun uzun ağladım...
Sanırım uzun zamandır hiçbir kitap bu kadar etkilememişti beni...
Sevgiyle...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)