Sayfalar

21 Şubat 2014 Cuma

OrDan, BurDan



Hızla akıyor zaman... En son 16 gün önce yazmışım ve öyle hızla akıyor ki dakikalar, yetişememekten korkuyorum..

Çalıştığım kurumun başka bir binaya taşınması hiç ummadığım kadar zor oldu. İnsanlar her gün anahtarını, parasını, zamanını kaybederken biz de 50 yıllık evraklar mevcut. Zabıt bir kere onun adı, önemli, bazıları da Osmanlıca. Şimdiye kadar işe yaradı mı yooo.. Ama olsun imha süresi henüz gelmedi.(ben hiç anlayamayacağım böyle işleri)

Bütün bu taşınma sırasında fazlaca yorgunluk ve stresten olsa gerek günlerce geçmeyen bir kulak uğultusu meşgul etti hayatımı. Neyse ki yorgunluktan olduğunu öğrendim ve 2 iğneyle çözdük olayı. Bakmayın bu kadar kolay yazdığıma, bir panik oldum, ya bişiy varsa, ya bir daha duyamazsam, tomografi mi çektirmeli... Bazen o kadar gereksiz şeylerle meşgul ediyorum ki kendimi, çevremdekileri. Şükürler olsun şimdi turp gibiyim ve yenilenmiş bir şekilde yeni binamızda mesaimize başladık:) Bu işin güzel yanı.. Kötü bir yanı var ki; öyle bir oturma planı yapmışlar ki, arkamdaki masalarda çalışan arkadaşlar ekranımı gayet net görebiliyorlar. Sanki ilkokul öğrencisi gibi arka arkaya oturma şekli. Konsept böyleymiş :(

 
 
Biraz önce blog sayfamı açmadan önce bir hikaye okudum, öyle hoşuma gitti ki... Severim böyle duygusal, düşündürücü, geliştirici öyküleri.. Hikayenin tamamını zaten nette bulabilirsiniz ancak sonunda anlatılmak istenen şey öyle güzel ki... Yaşam gerçekten böyle...


Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı.
Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi;

"Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.”
Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu!
Kekeleyerek: "Nasıl? Anlayamadım?" diyebildi yaşlı kadın.

"Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:
"Yeter! Lütfen dur artık!" diye bağırmak zorunda kaldım.
Ama usta sadece gülümsedi ve; "Daha değil!" diye cevapladı beni.


.................................................

Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?"
Ona "Evet" dedim.

Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve "Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım."
"Evet bu sensin!" dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin. Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin.
Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın.
Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın.
Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı.
Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu.
Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde."



Seviyorum cumaları... Hafta sonu ve kocaman 2 gün bekler bizi... Uzun bir kahvaltı, ütü, çamaşır, nevresim değişimleri, evin temizlenmesi, acaba perdeleri mi yıkasam diyerek aşka gelip, sonra vazgeçişim,  hava güzelse şöyle bir yürüyüp sonrasında parkta içilen bir fincan çay ve belki de gözleme zevki... Seviyorum ben bu haftasonlarını. Hele bir de geldi mi bahar, her yeri sardı mı o tazelik, ohhhh işte budur yaşamak.Hele o  papatyalar yok mu....Bütün bunlar değilse nedir mutluluk ?

5 Şubat 2014 Çarşamba

Ruhumu Dinlendirip de Geldim

Bennnn ruhumu dinlendirip de geldim....

Meğer öyle yorulmuş, öyle bunalmışım ki, ta ki bir haftalık tatil bitip dönüş yolculuğu başladığında anladım ne kadar sıkılmış olduğumu. İyi ki gitmişiz, iyi ki herşeyden uzak, sıcacık bir ortamda zaman geçirmişiz. Tatil deyince deniz, kum, güneş gelse de akla çoğu zaman, tamamen doğa ile başbaşa bambaşka bir hafta geçirdim ben geçen hafta. (Cümleleri yazarken farkediyorum da ne kadar çok devrik cümle kuruyorum ben!)

Çok uzak sayılmasa da yaşadığım memlekete,  havası, kokusu, ortamıyla sıcacık karşıladı bizi Güzelçamlı- Davutlar- Kuşadası...Bol bol temiz havada yürüyüş yaptık mesela, çam ağaçlarıyla bezenmiş ormanda yağmurdan kalan serinliğin verdiği kokuyu çektik içimize, öyle bir şey vardı ki havada, ömre ömür katıyordu sanki. Anladım ki büyük şehirler hiç de bana göre değil.( bakmayın böyle dediğime bundan 10 yıl öncesi boğulsam da büyük şehirde boğulurum diyen ve oralarda yaşamayı tercih eden ben şimdi nasıl da uzaklaşıyorum kuru gürültüden)

İlk defa mor lale ile karşılaştım mesela. Bahar ne zaman geldi çaldı kapımızı, böyle güzel çiçekler hangi ara serpildi toprağa bilemedim. Mor her çiçeğe yakışırmış meğer:)



33 yaşında papatyadan taç yapmayı öğrendim bu tatilde. Öyle severim ki papatyaları. Güller, orkideler sizin olsun, ben papatyalarımla çok mutluyum... Masum bir çocuğa kendi ellerimle yaptığım tacı giydirip, onu prenses ilan etmekten de ayrıca bir keyf aldım:)

 
Yeni tatlar keşfettim, yeni insanlarla tanıştım, ben hiç olmadığı kadar ben oldum bir hafta içinde.Yürüyüşlerimiz sırasında bir kare yakaladım ki, yalnızlık ne kadar zormuş meğer, üzülmeden edemedim.Yalnız olduğumdan değil bu cümlelerim, doğanın ortasında yanyana kalmış iki ağaç vardı ki, bir değişik oldum onlar adına. Oysa en fazla 150 metre öteleri zeytin, çam ağaçlarıyla dolu. Hani olur ya en büyük yalnızlıklar en kalabalıklarda doğar, onun gibi bir şey sanırım...
 
 
Ben ruhumu dinlendirip de geldim:)
 
Vücut yorgunluğu bir şekilde geçiyor da, eğer yorgun olan ruhunuz ise onu iyileştirmezseniz hiçbir şeyden tat alamaz oluyorsuznuz zamanla. Bu zamanda karnın geniş olacak ki hiçbir şeyi kafana takmayacaksın derler ya, ben öyle bir insan olamadığım için kendime stres yaratacak birşeyler buluyorum nasılsa. Bu yüzden ara ara böyle uzaklaşmalar müthiş iyi geliyor bana.
 
Dinlenmiş yüreğimden bu ara dinlemekten çok hoşlandığım bir parçayla noktalayacağım yazımı, bu parça size gelsin.....
 güzel günler görmek dileğiyle :)